19 Nisan 2016 Salı

SABAH UYANMA SEANSLARI-2

Tanrım o nasıl bir tutulmaydı, nasıl bir kendinden vazgeçiş. Aklımın sınırları eridi.
Karanlık iyiden iyiye bastırmıştı. Bir el hissettim yüzümde, beni tanımaya çalışan bir el, yüzümü yoklayan. Küçük ve büyülü dünyamdan çıkıp gelen bir el. Ayrıntılarını hatırlamıyorum. Damarlı mıydı, zayıf mıydı ya da etli bir el mi bilmiyorum ama beni çıkarıp alsın istedim bu gerçek hayattan. Sarsın istedim etrafımı karanlık sisler kılıma bile dokunmadan. Koca bir deliliğin içinde çığlık çığlığa yanmak istedim. Ne ekmek geçsin şu insan gırtlagımdan ne su. Karanlık koklamak istedim. Nem içmek. Yırtıp atmak istedim tepeden tırnağa üzerimdeki bu insan bedenini. Bir tek delilerin bildiği bir atlasa dönüşmek sonrasında.

Tanrım o nasıl bir akıl tutulmasıydı öyle! Gıcırtılar eşliğinde durmadan sallanan bir beşik gibi aklım. Hızlandıkça hızlanıyor ritmi. Sesler duyuyorum, manasız mırıltılar. Kelimeler dökülüyor beşiğimin üzerinden, beşik boş. Şu varlığını hissettiğim ben neredeyim. 

19/04/2016
Salı / İZMİR

12 Nisan 2016 Salı

SABAH UYANMA SEANSLARI-1

        Dilimde bir Suavi türküsü güne uyanmaya çalışıyorum. Üstelik üşüyorum da. Karnımda kadınlıktan kalma bir ağrı, aklımda bebek düşünceleri.
        Hiç aç değilim. Buradayım işte yine mutfak masasına tünedim tavuklar gibi. Gagalayacak pek bir şey yok masada. Beni sorgusuz sualsiz kabul eden masada. Kaymıyor değil aklım ayrık otlarına. O otlar ki az daha zehirleyeceklerdi beni. Kurtuldum. Yaralı bir kurt gibi, sesini yitirmiş bir kurt gibi içime uluyorum durmadan. Duyacak kimse yok. Duymasını istediğim kimse de.
        Kalkma zamanı çoktan geçmiş bir tren gibi yığılıp kaldım garımda. O gar ki terkedilmiş bir kadının rahmi kadar soğuk ve karanlık.
                                                                      
                                                                                                                                            18/11/2015
                                                                                                                                        Çarşamba / İzmir                                                                    



                                                                     
 


28 Mayıs 2015 Perşembe

Bir Eşya: URGAN


Sıkıntı içinde uyandı.Sabah saatin altısıydı. Yorganını üzerinden fırlatıp attı. Yatağının karşısında duran makyaj aynasına doğru gitti. Uzun bir süre aynanın karşısında kendine sorular sordu. Komidinin üzerindeki sigara paketinden bir sigara aldı, yaktı.Tuvaletin yolunu tuttu. İçindeki o yabancı ses urgan dedi. URGAN! Tüm sabahı kahvaltısız, şekersiz bir kahveyle tamamladı. Mutfak masasının başına geçti. Ne de olsa o bir kadındı ve her kadın gibi en çok mutfak masasına yakışırdı. Kalemi, defteri dün geceden kalma yorgunlukla masanın üzerinde sere serpe uzanıyordu. Umursamadı kadın. Kalemi aldı ve şu satırları yazdı;

 "Bana bir eşya ver! Bana bir eşya ver! Bunlarla unutuyorum varlığımı. Diye içsel haykıran kadın neden varlığını eşyada unutmak istesindi ki? Onu eşyaya yönlendiren nedir? Merak ediyorum hem de kediyi öldürecek cinsten bir merak. Kediyi öldüren kadını öldürür mü bilmem ama bu soruların cevapları sanırım şu cümlede kilitli. BANA BİR EŞYA VER!"

Çoktan yaşlanmaya başlamış ellerine engel olmak istemedi. Sayfayı defterden kurtarıp arkasını çevirdi. İsim şehir oynamaya başladı. Şehiri es geçip eşyaya geldi. Ve kalem dedi ki!

Bir Eşya: URGAN






15 Aralık 2012 Cumartesi

Yarım Yamalak...

Biliyorum biliyorum sigara içmek sağlığa zararlı. Sen onu düşünme, elimdeki sigaraya aldırma, söylediklerime kulak ver. Ne diyordum ha yarım kalmak diyordum. Evet yarım kaldım. Dilimde kelimeler kaldı çıkmaya hevesli. Dilimi kesif sancılar aldı işte tamda bu yüzden. Akan sular düşü içinde durgun bir suyun üzerine düşen bir yaprak misali. Düşleye düşleye düşten ölenler gibi. Yarım yok olmak. Yarım yamalak var olmak gibi. Ne tam ki? Ya da tam nedir ki yarım ne olsun?

Olmadı, olamadı, olduramadı... İhtimaller sürüp gitmekte. İhtimaller sonsuzluk içinde sürekli konuşup durmakta. Devam etmekte. Yarım kalan hep insan hayatı sanki. Yarım kalan kelimeler, işler, sözler, yeminler, dualar, yarım kalan zamanlar. Yarım zamanlardan yarım insanlar doğmakta. Bu insanlar yarım hayatlar yaşamakta ve en korkuncu yarım ve de yamalak olduğunun bilinçsizliğinde boğulmakta. 

Olsun. Bu da böyle olsun dedi kadın karşısındaki boş sandalyeye. Son sigarasını dalgın bastırdı küllüğe. Kalkıp çıktı çift olarak geldikleri cafeden.

23 Eylül 2012 Pazar

Durma Kabuğuna Dön!

Kişinin kendini kandırması kadar aciz bir durum daha yoktur.Görünen ve söylenen her şey bir yanılsamadan ibarettir.Ardını görmemek ise sadece senin suçundur ve olacak olanlar da. Etrafına bakma dön...Karşına bakma dön...Kulakların her zaman doğruyu duyar, kalbin her zaman gerçekleri hisseder, gözlerin keskindir, burnun derin. Dibindekileri göremeyecek, hissedemeyecek, koklayamayacak kadar hem de. İşte bu sensindir. Aynadaki aksin. Yeryüzündeki suretin. Kork hadi daha çok kork ki yeniden dönebilesin kabuğuna. Ancak orada huzuru bulabilirsin. Zamanın üzerindeki etkisini gördüğünde olacak olanlara sen bile inanamayacaksın. KORK VE DURMA KABUĞUNA DÖN!